Tek Yetkili Satıcılık Sözleşmelerinin Marka Hukuku Kapsamında Elektronik Ticarete Etkisi
Giriş
Perakende ticarete kıyasla e-ticaretin sağladığı imkanlar hem tüketicinin hem de satıcının e-ticarete yönelmesini sağlarken hukuk düzeninde de birçok değişikliğin önünü açtı. Gerek dünya çapında gerek Türkiye özelinde e-ticaret hacminin hızla büyümesi, satıcıları ve tüketicileri de yeni hukuki ihtilaflarla karşı karşıya getirdi. Son günlerde en sık rastlanan ihtilaflardan biri ise bir önceki yazımızda da değinildiği üzere, tek yetkili satıcılık, distribütörlük, bayilik gibi sözleşmelerinin taraflarının e-ticaretin varlığı dolayısıyla sözleşmede yer alan yükümlülükleri yerine getirmesinin güçleşmesi ve bazı durumlarda engellenmesidir. Zira tek yetkili satıcılık sözleşmelerinde düzenlenen yer ve zaman sınırlamaları, e-ticarette yerini alan bazı 3.kişileri bağlamamakta ve taraflar arasında akdedilen sözleşmeler, sözleşme dışı bu 3.kişilere karşı ileri sürülememektedir. Öyle ki taraflar, tek yetkili satıcılık sözleşmeleri ile aktif satışlara ilişkin düzenlemelerde bulunabilirken pasif satışlara ilişkin düzenlemeler gerçekleştirememektedir. Tek yetkili satıcılık sözleşmelerinin bu şekilde ifasının güçleşmesi ise sözleşmenin taraflarında ya da sözleşme kapsamında ticari menfaati ortaya çıkan ilgililerde farklı hukuki aksiyonlar alma ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır. Bizler de bu yazımızda tek yetkili satıcılık sözleşmelerinin “Marka Hukuku” bakımından taraflara sunduğu imkanları ve bu imkanların 3.kişiler bakımından etkisini ele alacağız.
Sınai Mülkiyet Kanunu Bakımından Değerlendirme
Ticari hayatta teşebbüslerin mallarının ve/veya hizmetlerinin birbirinden ayırt edilmesini sağlayan unsur ayırt edici işaretlerdir. Sınai Mülkiyet Kanunu’nun (“SMK”) 4.madddesinde, sahibine sağlanan korumanın konusunun açık ve kesin olarak anlaşılmasını sağlayabilecek şekilde sicilde gösterilebilir olan kişi adları dâhil sözcüklerin, şekillerin, renklerin, harflerin, sayıların, seslerin ve malların veya ambalajlarının biçimi olmak üzere her tür işaretin “marka” olabileceği düzenlenmiştir. Bu ayırt edici işaretler, tüketici nezdinde teşebbüslerin kalite ve itibarını ortaya koyar nitelikte olup aynı mal ve/veya hizmeti satışa sunan teşebbüsler arasındaki rekabet gücü bakımından bu işaretlerin rolünün son derece mühim olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Zira marka sahipleri, tescilli markası ile aynı veya tüketici nezdinde karıştırılma ihtimali teşkil edecek düzeyde benzer olan herhangi bir işaretin, 3. kişiler tarafından marka tescil kapsamına giren mal veya hizmetler için izinsiz olarak kullanılmasını önleme hakkı bulunmaktadır.
Ancak, bu önleme her durumda mümkün olmamakta, hakkın tüketilmesinden sonraki hukuka uygun kullanımlar, bu hususun dışında tutulmaktadır. 6769 sayılı SMK kapsamında , “marka” korumasına konu ürünlerin, hak sahibi veya onu izni ile üçüncü kişiler tarafından piyasaya sunulmasından sonra bu ürünlerle ilgili fiillerin söz konusu “önleme” hakkının dışında kalacağı belirtilmiştir. Bu hüküm uyarınca bir teşebbüsün markasını haiz ürünlerinin, hak sahibinin izni dahilinde piyasaya sürülmesini takiben marka korumasından doğan haklar kapsam dışı kalacaktır. Hak sahibinin izni ile dolaşıma giren ve ilgili markayı taşıyan bir ürünün, değiştirilmeden veya kötüleştirilmeden yeniden satışa sunulması marka sahibinin haklarına zarar vermeyecek, marka sahibi ürünü satın alan tüketiciye veya yeniden satışa sunan satıcıya karşı markadan doğan haklarını ileri süremeyecektir.
Dolayısıyla marka sahibinin izni ile piyasaya sunulmuş olan ilgili marka hakkına konu SMK 152/1 kapsamındaki ürünlerin, tek satıcılık sözleşmesinde belirlenen bölgede, sözleşme tarafı olmayan 3.kişilerce ticari faaliyetlere konu edilmesi “marka hakkına” dayalı olarak da engellenemeyecektir. Nitekim tek yetkili satıcılık sözleşmesinde kararlaştırılan hak ve yükümlülükler sözleşmenin nispiliği gereği yalnızca sözleşmenin taraflarını bağlamakta ve sözleşmede kararlaştırılan yükümlülüklerin ifası yine tarafların sorumluluğunda bulunmaktadır. Bu durumda, tek yetkili satıcılık sözleşmesi kapsamında üretici/sağlayıcı tarafından tek yetkili satıcıya taahhüt edilen hususların yerine getirilememesinden doğan sorumluluk ve zararın tazmini yine sözleşmenin tarafı olan üretici/sağlayıcıya ait olacaktır.
Tek yetkili satıcılık sözleşmesi ile belirlenen bölgede (örneğin Türkiye), 6769 sayılı SMK m.152 kapsamına uygun olarak 3.kişiler tarafından gerçekleştirilen ticari faaliyetler, tek yetkili satıcılık sözleşmesine ve bu sözleşmeye konu “marka” hakkına dayalı olarak engellenemeyecektir. Belirlenen bölgede tek yetkili satıcılık verilen tarafın sözleşmede taahhüt edilen haklarının yerine getirilmesi, yine sözleşmenin tarafı olan ve taahhütte bulunan üretici/sağlayıcıya ait olacaktır. İlgili bölgede hak çatışmasının yaşanmaması ve üretici/sağlayıcının sözleşmedeki taahhütlerini yerine getirebilmesi amacıyla önlemler alınmalı, diğer bölgeler için yetki verilen satıcıların bölgeleri dışında satış yapmaması sağlanmalıdır. Aksi halde üretici/sağlayıcının 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu kapsamında da sorumluluğu doğacak olup burada ilgili markalı ürünleri ticari faaliyetlere konu ettiği gerekçesiyle 3.kişilere karşı hak ileri sürülemeyecektir. Meğerki 3.kişilerin faaliyetleri hakkın kötüye kullanılması boyutuna varmasın.
Sonuç
Son günlerde sıklıkla karşılaşmakta olduğumuz üzere özellikle yurtdışında piyasaya sürülen yabancı markaların, Türkiye’de ilgili markaları satmaya yetkili firmalarca Türk Patent ve Marka Kurumu nezdine yapılan marka tescillerine dayanılarak, 3.kişiler tarafından gerçekleştirilen e-ticaret faaliyetleri engellenmek istenmekte ve 3. kişilere buna ilişkin bildirimler yapılmaktadır. Ancak, yukarıda yer verildiği üzere 3. kişilerin e-ticarete konu satışlarının “tek yetkili satıcılık” sözleşmesi ve sözleşmeye konu markanın Türkiye’deki tesciline dayanılarak engellenmesi mümkün değildir.
Zira söz konusu marka tescilleri de yurtdışında piyasaya sürülen, gerçek hak sahibinin çoğu zaman tek yetkili satıcılık sözleşmesinin sağlayıcı/üretici tarafı olduğu firmalar olup tek yetkili satıcılar bu sözleşme kapsamında Türkiye’de Türk Patent ve Marka Kurumu nezdinde marka tescilleri gerçekleştirmektedir. Burada, 6769 sayılı SMK kapsamında “gerçek hak sahipliğinin” ve “hakkın tükenmesi” hükümlerinin göz ardı edilmemesi, haksız rekabete yol açacak eylemlerde bulunulmaması gerekmektedir.