Vergisel İşlemlerde Tebligat Usulüne İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı
Mükellef adına resen tarh edilen vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi ile kesilen özel usulsüzlük cezasının terkini talebiyle açılan bir davada Mahkeme, Anayasa Mahkemesinden 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 28/11/2017 tarihli ve 7061 sayılı Kanun’un 17. maddesiyle değiştirilen “Tebliğ Evrakının Teslimine” ilişkin 102. maddesinin beşinci fıkrasının üçüncü, dördüncü ve beşinci cümlelerinin Anayasa’nın 2., 13. ve 35. maddelerine aykırılığını ileri sürerek iptallerine karar verilmesini talep etmiştir.
213 sayılı Kanun’un 102. maddenin birinci fıkrasında tebliğ olunacak evrakın gerçek ve tüzel kişilere posta yoluyla tebliğ olunacağı hükme bağlanmış olup, anılan maddenin beşinci fıkrasının birinci ve ikinci cümlesinde, tebliğ yapılacak kişinin anılan adreste sürekli veya geçici surette bulunamaması durumunda posta memuru tarafından tebliğ alındısı üzerine durum şerh ve imza edilerek tebliğ evrakının, gönderildiği idareye iade edileceği, bunun üzerine tebliği çıkaran merci tarafından belirlenecek uygun bir süre sonra yeniden tebliğ çıkarılacağı düzenlenmiştir.
İtiraz konusu üçüncü cümlede, ikinci defa çıkarılan tebliğ evrakı da aynı sebeplerle tebliğ edilemezse, tebliğ evrakının gönderildiği idareden alınabileceği şerhini içeren bir pusulanın kapıya yapıştırılacağı, itiraz konusu dördüncü cümlede, bu durumun posta memuru tarafından tebliğ alındısı üzerine şerh ve imza edilerek tebliğ evrakının, gönderildiği idareye iade edileceği düzenlenmiştir. İtiraz konusu beşinci cümlede ise tebliğ evrakının pusulanın yapıştırıldığı tarihten itibaren on beş gün içinde muhatabı tarafından alınması hâlinde alındığı günde, bu süre içinde alınmaması hâlinde ise on beşinci günde tebliğ yapılmış sayılacağı hükme bağlanmıştır.
Mahkemenin Anayasa Mahkemesine yaptığı itirazın gerekçesinde, tebliğ pusulasının kapıya yapıştırılmasıyla birlikte muhatabın kendisine teslim edilemeyen söz konusu tebliğ evrakından haberdar olduğunun varsayıldığı, ayrıca pusulanın kapıya yapıştırılıp yapıştırılmadığı hususunun uygulamada ciddi ispat sorunlarına neden olduğu, bu hâliyle kuralların tebliğ işleminin muhatapları açısından yeterli hukuksal güvence sağlamadığı, bu durumun hukuki güvenlik, belirlilik ve öngörülebilirlik ilkeleriyle bağdaşmadığı, mülkiyet hakkının ölçüsüz bir şekilde sınırlandırıldığı belirtilerek kuralların Anayasa’nın 2., 13. ve 35. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülerek iptali talep edilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin 01.12.2021 tarih, 31676 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan E:2021/37, K: 2021/63 sayılı ve 22.09.2021 tarihli kararında;
“213 sayılı Kanun’da vergilendirmeye ilişkin tebligat hakkında genel kural, vergilendirme ile ilgili yazı ve belgelerin adresleri bilinen gerçek ve tüzel kişilere posta yoluyla tebliğ edilmesi yönünde olup, vergilendirme sürecinde posta ile yapılacak tebligat işlemlerinin; mükelleflerin, mükelleflerin kanuni temsilcilerinin ya da umumi vekillerinin ve adlarına vergi cezası kesilenlerin bilinen adreslerine yapılması gerektiği,
Kendilerinin bildirmiş olduğu yerleşim yeri adresine yukarıda belirtilen şartlarda tebligat yapılmasını öngören kuralların muhatapların vergi dairelerince düzenlenen işlemlerden haberdar olmalarına imkân sağlayacak güvenceleri taşımadığının söylenemeyeceği,
Belirtilen kurallarla mahkemeye erişim hakkına bir sınırlama getirilmiş ise de bunun kişilere makul olmayan bir külfet yüklememesi için Kanun’da gerekli güvencelerin öngörüldüğü, bu çerçevede kurallarla ulaşılmak istenen amaca ilişkin kamu yararı ile mahkemeye erişim hakkına ilişkin kişisel yarar arasında bulunması gereken makul dengenin gözetildiği, bu itibarla kuralların orantısız bir sınırlamaya neden olmadığı, dolayısıyla mahkemeye erişim hakkına ölçüsüz bir sınırlama getirmediği”
sonucuna ulaşılmış ve 102. maddesinin beşinci fıkrasının üçüncü, dördüncü ve beşinci cümlelerinin Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve itirazın reddine karar vermiştir.
Sonuç olarak, mükelleflerin işyerlerinde veya yerleşim yerlerinde bulunmaması halinde kapıya pusula yapıştırılması yoluyla tebliğ usulünün vergi yükümlüleri açısından sağlıklı bir uygulama olmadığı düşünülmekte olup, vergi yükümlülerinin hukuki haklarını kullanmalarına yönelik düzenlemeler yapılmasının hukuki güvenlik açısından daha uygun olacağı sonucuna ulaşılmaktadır.